Mahkeme, avukatların içeri girmesiyle birlikte kararını açıklamaya başladı. Şu ana kadar kararı okunan isimler ve aldıkları cezalar şöyle:
DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek, eski Van Milletvekili Kemal Aktaş, HDP PM üyesi Bayram Altun, Mehmet Taş, Gazeteci Ahmet Birsin, Serdar Kızılkaya, HDP Genel Merkez Saymanı Hüseyin Yılmaz, DBP MYK üyesi Salih Akdoğan, Turan Genç, DBP PM üyesi Çimen Işık, Zühre Bozacı, Mehmet Selim, Herdem Kızılkaya, Ramazan Morkoç, Senanik Öner, Mehmet Nimet Sevim, Mehmet Akın, Lütfü Dağ, “örgüt yöneticisi olmak” iddiasından 21’er yıl hapis cezası verildi.
Kürt siyasetinin son 10 yılda yerel ve genel seçimlerde elde ettiği kazanımları hatırlatan Güven, “Kürt siyasetçilerine yeniden bir yönelme oldu. 2009 Mart ayında seçimler yapıldı, Nisan ayında Kürt siyasetçiler dalga dalga toplandı ve cezaevine konuldu. Yıllardır devam eden yargılama süreci tamamen tiyatroydu” diye konuştu. “KCK” davasını yürüten hakim, savcı ve polislerin “FETÖ”den tutuklandığını söyleyen Güven, “KCK davasını yürüten bütün hakim ve savcılar ihraç edildi. AKP de bunu yapmadığını ve FETÖ'nün yaptığını söyledi. Öyleyse bu davanın düşmesi gerekiyordu. Hakim, savcı ve polisler FETÖ'cü ise, neden böyle bir karar çıktı” diye sordu.
“KCK” davasından yıllarca tutuklu kaldıklarını, tahliye edilmelerinin ardından demokratik siyaseti sürdürmeye devam ettiklerini kaydeden Güven, “Hatip Dicle, DEP milletvekili iken yaka paça tutuklandı. Çıktıktan sonra yine demokratik siyaseti sürdürmeye devam etti. Bizler acı çeken halkın siyasetçileriyiz. Demirden korkan trene binmez. Biz özgürlük trenine bindik ve demokrasiyi inşa edene kadar mücadele edeceğiz. Kürt halkının bize verdiği yetki ile siyaset yürütmeye devam edeceğiz” şeklinde konuştu.
Tarihin tekerrür ettiğini ifade eden Güven, “2009'da FETÖ'cüler bugün Erdogan'cılar yapıyor. Türkiye Cumhuriyeti zihniyetinin altında Kürt halkının inkarı yatıyor. Kürtler demokratik siyasetten alıkonulmak isteniyor. Verilen cezaları hukuki bulmuyoruz. Eskiden bir yapıyorsak şimdi bin misliyle halkımızın özgürlük umutlarını sağlayana kadar yürütmeyi sürdüreceğiz” diye belirtti.
Yaklaşık 8 yıldır süren “KCK” ana davasının bugün karara bağlanmasını değerlendiren dava avukatları, bunun bir kumpas olduğunu ve Kürtlere yönelik çifte hukukun uygulandığını kaydetti. Avukatlar, çıkan kararın bir sonuç olmadığını belirterek, Türkiye’den sonuç alınmadığı halde AİHM’e taşıyacaklarını söyledi.
Avukat Mehmet Emin Aktar, tarihi bir dosyanın olduğunu söyleyerek, davanın açılması da, yargılama süreci de, o süreçte yaşananlarında tarihe not düşecek bir davanın olduğunu kaydetti. Aktar’ın konuşmalarının satır başları şöyle: “Bugün verilen karar da bize şunu gösterdi. Bu dosyanın açılması. Kürtlerin siyaset hakkına müdahaledir. Kürtlerin kendilerini yönetme taleplerine bir darbeydi. Çünkü 30’a yakın eski ve yeni belediye eşbaşkanlarının tümü ceza yedi. Partinin 6 genel başkanı ceza aldı. Yine parti meclis üyesi yerel yönetim komisyonları bütün üyeler ceza aldı. Şimdi bu açıdan baktığımızda aslında Kürtler ’in legal demokratik siyaset yapma hakkıyla belediyelerine kendini yerelde yönetme taleplerine karşı açılan davada Kürtleri ve siyasetçilerini cezalandırmış oldular.
Aktar, bunun işin sadece bir yanı olduğunu belirterek, “Hukuki açıdan baktığımızda da FETÖ çatı iddianamesinde bu tür davaların bir kumpas davası olduğu, Fetullahcı yapının egemenliğini sağlamak için devlet içinde egemenliği ve güvenlik politikalarını hayata geçirmek amacıyla bu tür operasyonlar yapıldı. Ve bu operasyonların toplumsal olduğu, iddianamede iddia edildi. Sadece iddianamede değil. Yargıtay bu konuda Ergenekon, balyoz şike davaları gibi davalarda verdiği kararlarda bunu işaret etti. Çünkü bu davada yargının mahkemeye dayandığı 5 tip delil vardı. 1 tanesi iletişimin tespit edilmesiydi. Biri ortam dinlemesiydi. Birisi fiziki takip ve görüntü alınmış. Biri de gizli tanık kişisel malzemeler. Yani bilgisayar, telefon notlar ve yazılar gibi eşyalar. Bunlara dayandırıyorlar. Yargıtay’a buna ilişkin kararların tümünü detaylarıyla sunduk.
“Tümünün usule aykırı olduğunun ela alındığını gördük. Bir sürü hukuksuzluklar var. Aslında Yargıtay’ın son dönemde verdiği kararlar hukuka aykırı biçimde elde edilmiş kurgusal olduğu bir kumpas olduğu açıkça ortaya çıkmış. Deliler üzerinde bugün mahkumiyet kararı oluşturuldu. Bu karar verildi. Bu açıdan bakıldığında Kürtlere çifte bir hukuk uygulamasıyla karşı karşıyayız. Yürürlükteki yasayı uygularken de mahkemeler Kürtler açısında farklı ve ayrımcı bir tutum içinde olduklarını bugün bir kez daha gördük. İlginç olan şey yaklaşık bir yıldır bu dosya için özel bir heyet tahsis edilmiş. Bu davaya bakan bir heyet vardı. Sadece bu dosyaya bakıyordu. O açıdan bakıldığında evet aslında bu kararı verenlerin hızlı biçimde karara bağlayıp aktif biçimde legal alanda Kürtler adına siyaset yapan Kürt siyasetçilerin cezalandırılarak siyaset dışına çıkarılmasını amaçlandığı görülüyor.”
Avukat Mesut Beştaş da, 8 yıldır süren bir davanın olduğunu yineleyerek, “8 Yıl önce de biz bu dava için ifade etmiştik. Türkiye’de son dönemlerde kumpas davaları herkesçe iyi biliniyor. En büyük kumpasın bu dosyada olduğundan eminiz. Bizler hukukçu olarak gayet iyi biliyoruz. Delilerin toplanma şeklinden tutalım yakalamaların operasyona dönüştürülmesi bu operasyonların aslında hukuki bir sonuca ulaşmaktan öte siyasal ulaşmalara hedeflediğini çok iyi biliyoruz. Yargıtay’ın kumpas davaları diye belirtilen Balyoz, Ergenekon ve diğer davaların gibi bir yaklaşımın incelemesi olursa bu dosyada daha çok kumpasların olacağı görülecektir. Bu karar ve dosya hukuksuz başladı. Yine hukuksuz bitti diyebiliriz. Tabi ki bu dava burada bitmez, Yargıtay’a götüreceğiz. Yargıtay’dan sonuç almasak AYM ve AİHM bizi bekliyor” dedi.
Avukat Cihan Aydın ise, Kararın hayal kırıklığı olduğunu ifade ederek, “Meslektaşlarımla beraber 8 yıldır hukuk arayışında mücadelemiz sürüyor. Dosyalarda 8 yıl boyunca çok büyük hukuksuzluklar yaşandı. Soruşturma aşamasında tamamen hukuksuzluklar üzerine bina edilmiş biz bunu daha önce ki ve sonra ki mahkeme heyetlerine defalarca belgeleri ile anlatmaya çalıştık. Maalesef bu taleplerimiz kabul görmedi. Çıkan karar bizim için bir son değil. Süreç devam edecek. Bu yargılamanın tamamında FETÖ örgütünün izleri bariz, net bir şekilde görülüyor. Soruşturma aşamasında verilen kararların neredeyse tamamına yakını şuan da FETÖ üyesi olmakla itham edilen ve bundan dolayı meslekten ihraç edilen ve cezaevine konulan hakim ve savcılar tarafından verilen kararlar. Bu bile tek başına büyük bir hukuksuzluğa işaret etmekte. Mesele kararları FETÖ’nün hakim ve savcıların vermiş olması da değil. Bunun yanında başka gerekçeler meseleler var bariz hukuka aykırı kararlar var. Bunları mahkemeye sunduk ama sanırım mahkeme bu konuda tatmin olmuş değil. Şunu açık söylemek lazım bu dava ile birlikte şu net bir şekilde ortaya çıktı.
Gerçekten Fırat’ın ötesinde ve batısı tarafında ikili bir hukuk sistemi var. Bir hafta önce İzmir’de Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve çok sayıda kişinin yargılandığı dosyada bizim bu dava ki argümanlar Belediyesi gerekçe gösterilerek beraat kararı verildi. Ergenekon davasında Yargıtay’ın verdiği karar son derece belirleyici bir karar ve orada ki hukuksuzlukların tamamı hatta daha fazlası bizim dosyamız açısında da geçerlidir. Biz bunların hepsini sunduk. Balyoz davasında, Şike davasında yani kamuoyu gözü önünde olan, bilinen ve kumpas davası olarak bütün davalarda yerel mahkemeler ve Yargıtay bozma kararı verdi. Anca KCK davasında Kürt siyasetçilerin yargıladığı davalarda mahkemenin ısrarlı bir şekilde bu meseleden kaçıyor olması ısrarlı bir şekilde Yargıtay’ın yada diğer mahkemelerin kararlarını görmezlikten gelmesi bizce kararı tartışmalı hale getirmiştir. FETÖ izi olan bütün davalarda hem Yargıtay hem yerel mahkemeler beraat kararları verildi, dosyalar düşürüldü, ancak ısrarlı bir şekilde bu dosya da ısrar edilmesi bir hukuki çifte standart da işaret etmektedir” diye konuştu
Hem istinafta sonrası temyiz aşamasında eğer oradan da bir netice almasak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bu hukuksuzluğun giderileceğini düşünüyorum. Referandum öncesi neredeyse tamamına yakını Kürt siyasetçilerden belediye başkanlarından sivil toplum temsilcilerinden kanaat önderlerinden oluşan kişilere böyle bir ceza tehdidi elbette siyasal anlamda bir gözdağı olabilir, düşünülebilir. ‘KCK Ana Davası’nda verilen karar hukuksal anlamda büyük bir kriz olduğunu net bir şekilde söyleyebilirim.”
14 Nisan 2009’da Diyarbakır’da “KCK” adı altında Kürt siyasetçilere yönelik başlayan; tüm illere yayılan, sivil toplum örgütü yöneticileri, aydın, yazar, gazeteci ve avukatlara kadar uzanan yoğun gözaltı ve tutuklama operasyonları başlatıldı. 2009 yılından başlayıp günümüze kadar devam eden “KCK Ana Dava” soruşturması, 2007 yılının Şubat ayında Diyarbakır’da yapılan bir “ihbar” üzerine başlatıldı.