Bu Makale
1133 Tekil
Görüntülendi.
Kavuk, Kime ve Neden?

Kavuk, Kime ve Neden?

 

Geleneksel Türk tiyatrosu, özünde halk edebiyatına dayanır. Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinden, türkülerinden, geleneklerinden yararlanılarak sahneye uyarlanır. Bu tür tiyatroda ses taklitleri, konuşulan çeşitli şiveler, bazı günlük gelişmeler/olaylar yer alır. İzleyenleri güldürmeye ve hoşça zaman geçirmeye yöneliktir. Ortaoyunu diye adlandırılan bu gelenek halen devam etmektedir. Bu oyun türü sahnelerde oynandığı kadar gösteriye dayalı olduğundan, düğünlerde/bayramlarda/sanatkâr ve esnaf localarının şenliklerinde, köy ve kasabaların meydanlarında izleyenleri güldüren bir içeriğe sahiptir. Oyuncular bedensel hareketlerini, oyuna uygun konuşma dillerini ve özellikle mimiklerini kullanırlar.

Bu tiyatronun geleneğinde başaktörün başına taktığı bir kavuk vardır. Zamanla, kavuk bir simge haline gelmiştir. Aktörün üzerinde şatafatlı bir giysi bulunmaz. Son derece sade giyinir. Önemli olan, izleyiciyi güldürmektedir. Sahnede fazladan bir eşya da bulunmaz. Bu oyun türünde belli bir olayın etrafında örülmüş olan çalgı, şarkı, raks, taklit ve değişik konuşma biçimleri öne çıkar.

Özellikle Karagöz ve Orta oyunu, halk gerçeğinin kıyasıya yaşandığı ve Osmanlı şehir hayatının çekirdeği olarak kabul edilebilecek bir mahalle kültürünü esas alır; biri, çerçevesi dar bir hayal perdesini, diğeri ise, canlı oyuncuların boy gösterdiği genişçe bir meydanı kullanarak, bu mahalle yaşamını belirleyen asal dinamikleri ortaya koyar, sorunları bütün çıplaklığı ile gösteri, bu sorunları yaratan durum veya kişileri açığa çıkartır, kişilerin sorunlar karşısında aldıkları (ya da genellikle almadıkları) tavrı sergiler, bütün bunları kaba gerçekliğin ve bilindik davranış özelliklerinin yansılanması (taklit edilmesi) yoluyla gerçekleştirir (Pekman, 2010, s.69). (Geleneksel Türk Tiyatrosunda “Kavuk”: Bir Simgenin İşlevi, Özellikleri, Temsilcileri ve Dünden Bugüne Yolculuğu, Uğur Durmaz, Dr. Öğr. Üyesi, Kocaeli Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü)

Tuluat ise tamamen oyuncunun içinden geldiği gibi konuşması üzerine kuruludur. Oyuncu bir ön hazırlık yapmadan sahneye çıkar ve izleyiciyle ara ara konuşarak şovunu yapar. İçerik ve teknik olarak ortaoyununu andıran özelliklere sahiptir. Bu iki oyun türü zamanla birbirine yaklaşmıştır. Tuluat, günümüzde, tek kişilik sahne gösterileri olarak değişime uğramıştır.

Ortaoyununda geleneksel olarak ilk kavuğu Kel Hasan takmıştır. Sonra sırasıyla Dümbüllü İsmail Efendi, Münir Özkul, Ferhan Şensoy ve Rasim Öztekin’e kavuk devredilmiştir. Bugün kavuk Şevket Çoruh’tadır. Bu saydıklarımızın hepsi birbirinden değerli aktörlerdir. Ancak bu oyuncular modern diye tanımlanan dönemlerdeki tiyatrolarda ve sinema filmlerinde de oynamışlardır. Bu önemli bir ayrıntıdır ve dikkate alınması gerekir. Yani bu oyuncular sadece geleneksel tiyatroda oynamamışlardır.

Bir gelenek olarak kabul edilen ve oyuncuların bir diğer oyuncuya kavuğu vermesi biraz tartışma konusudur. Bu geleneğin başlamasında Türk tiyatrolarında kadın oyuncular yoktu. Bir süre sonra sahnelere çıkan kadınların ise neredeyse tamamı yabancı kökenliydi. Yani Türk kadını böyle bir şans bulamadığı için kendini gösteremedi. Aynı dönemde Türk kadın yazarlar vardı. Sözgelimi Halide Edip Adıvar, Halide Nusret Zorlutuna, Fatma Aliye, Kerime Nadir, Şükûfe Nihal Başar, Müfide Ferit Tek gibi... Bu saydığımız kadın yazarlar bazen takma adlarla bazen de gerçek adlarıyla kitaplar yazdılar. Ancak sahneye çıkıp çoğunluğu erkek olan seyircilerin önünde şarkı söylemek, dans etmek, rol yapmak yasaktı. Bu nedenle, kadınlar geri planda kaldılar… Aslında kadınların bir suçu yoktu. Toplumu yöneten siyasal iktidar ve gelenekler bunu gerektiriyordu. Cumhuriyet sonrasında kadınlar yavaş yavaş sinema ve tiyatroda rol almaya başladılar. Toplumun yarısını oluşturan kadınlar, tiyatro sanatıyla uğraşmalarının zaman alması sonucunda, kavuk geleneğinin de dışında bırakıldılar. Neden diye soran olmadı. Kadın hâlâ ikinci sınıf bir canlıydı. Erkeklerle yan yana sahnede olmaları istenmiyordu. Buna rağmen kadınlar direndiler ve bazı hakları kazandılar. Bu kadınlardan bazılarını anımsayalım: Bedia Muhavvit, Neyyire Neyir (Muhsil Ertuğrul’un eşidir) Çolpan İlhan, Yıldız Kenter, Ayla Algan, Ayten Gökçer, Defne Yalnız, Suna Pekuysal, Nevra Serezli, Adile Naşit, Gönül Ülkü Özcan, Gülriz Sururi gibi sanatçıları sayabiliriz. İlk kadın tiyatro yazarı Fatma Nudiye Yalçı’dır. 1904 yılında İstanbul’da (Kasımpaşa) doğmuştur. Bir tiyatro yapıtının adı, Beyoğlu 1931’dir.

Edebiyatta, sinemada, şiirde, sanatta kadın-erkek eşitliği vardır. Ancak işin içine tiyatro girince durum farklılaşıyor ve erkeklerin lehine dönüyor. Ortaoyunu oyuncularının birbirlerine kavuklarını devir teslim etmeleri bir gelenekse kadınlar neden bu gelenek içinde yer almazlar?  

Tiyatro bir yaşam biçimidir; sanatla iç içe olmak bir oyuncu için çok önemlidir.  

Afife Jale yıllar sonra bir söyleşisinde şunları söylüyor:

Afife Jale tiyatro oynamanın Müslüman kadınlara yasak olduğu bir dönemde, 13 Nisan 1919'da Apollon Tiyatrosu’nda ilk gösterimi yapılan, Hüseyin Suat’ın “Yamalar” adlı oyununda, Emel rolü, Eliza Binemeciyan’ın Paris’e gitmesiyle açıkta kalınca, rolü Afife Jale oynadı. Afife o geceyi şöyle anlatıyor: “… Hayatımda mesut olduğum ilk gece… Sanatın, ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içinde idim. Opiyek’te güzel bir sahne vardır; ağlama sahnesi… Orada taşkın bir saadetle ağladım. Sahiden ağladım… Alkış, alkış, alkış… Perde kapandı…” Bir sanatçı için takdir edilmek ve alkışlanmak onun en büyük hazinesidir.

Kavuğu takan ortaoyuncularını kısaca tanıyalım.

Kel Hasan, 1874’te İstanbul’da doğmuş, 1925’te İstanbul’da vefat etmiştir. Bilindiği kadarıyla çocukluğunda yoğurt satarken çevresine sempatik gelen hareketlerde bulunurmuş. Dönemin usta aktörlerinden olan Abdülrezzak Efendi’nin oyunculuğundan etkilenmiştir. “Kel Hasan sahnede renkli bir basma gömlek, bir ayağı kısa bir ayağı uzun bir pantolon giyer; kaşları, bıyıkları boyalıdır bir elinde bir sırık süpürgesi, diğer elinde bir gaz tenekesi ile becerikli bir hizmetçi veya uşağı temsil eder. Burnunu sokmadığı iş yoktur. Aklı ersin ermesin her şeye karışır, büyükler yanında türlü pot kırar. Haddini bilmez, budala şaşkın bir adamdır.” (Aksel, 1972, s.6275).

Dümbüllü İsmail Efendi, 1897’de İstanbul’da doğmuş, 1973’te İstanbul’da vefat etmiştir. Uzun bir süre, Kel Hasan’ın yanında çalışmıştır. Kendisinin rol aldığı Gözlemeci, Kavuklu’ya Hile, Çifte Hamamlar ve Kanlı Nigâr gibi oyunlar çok ünlüdür. Tiyatro merakı nedeniyle ortaokuldan atılmıştır. 

Münir Özkul, 1925’te İstanbul’da doğmuş, 2018’de İstanbul’da vefat etmiştir. Sanat yaşamı, 1939’da Bakırköy Halkevi’nde başlamıştır. En ünlü oyunları arasında Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Tomas Fasulyeciyan ve ünlü Hababam Sınıfı’ndaki Kel Mahmut Hoca karakteri unutulmazlar arasındadır. Bunların dışında birçok sinema filmi, TV dizisi ve tiyatro oyunlarında da oynamıştır.

Ferhan Şensoy, 1951’de Samsun’da doğmuş, 2021’de İstanbul’da vefat etmiştir. En ünlü oyunları arasında tek kişi oynadığı Ferhangi Şeyler dikkat çekmiştir. Birçok tiyatro oyununda ve sinema filmlerinde oynamıştır.    

Rasim Öztekin, 1959’da İstanbul’da doğmuş, 2021’de İstanbul’da vefat etmiştir. İstanbul’da Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun olmuştur. Tiyatro oyunlarının yanı sıra, TV dizileri ve sinema filmlerinde de oynamıştır.   

Şevket Çoruh, 1973’te İstanbul’da doğmuştur. “Arka Sokaklar-Komiser Mesut karakteri” dizisi ile ünlenmiştir. Eğreti Gelin, Usta, Çakallarla Dans filmleri ilgiyle izlenmiştir. Ayrıca Mağara Adamı adlı oyunundaki başarılı performansı dikkat çekicidir. (Şevket Çoruh’un izleyici karşısına çıktığı Mağara Adamı adlı yapıt, ‘Broadway tarihinin en uzun soluklu tek kişilik komedisi’. Oyunun Amerikalı yazarı Rob Becker ‘kadınlarla erkekleri bu kadar farklı kılan nedir?’ sorusundan yola çıkarak eseri 3 yılı aşkın sürede yazdı. Bu süreçte Rob Becker, antropoloji, tarih öncesi çağlar, psikoloji, sosyoloji ve mitoloji alanlarında çalıştı. Orijinal ismiyle Defending The Caveman-Mağara Adamını Savunmak ilk olarak 1991 yılında San Francisco’da oynandı. 1995’te Broadway’de oynanmaya başlanan ve Guiness Rekorlar Kitabı’na ‘Broadway’de en uzun gösteri yapan tek kişilik oyun’ olarak giren bu oyun 10 milyondan fazla insana ulaştı.)

Buraya kadar Türk Tiyatrosu’nda hak ederek tanınan ve sevilen/sayılan oyuncuları kısaca tanımış olduk. Manevi değeri olan kavuğu alan altı erkek sanatçı için bir eleştiri yapılamayabilir. Ancak bizim itirazımız, kavuğun neden her zaman erkeklere verildiğidir. Bu kavuğu hak eden çok sayıda kadın oyuncular da vardır. Bunlardan biri de Ayla Algan’dır. Biz şimdi yeniden ana konumuza dönelim.

Bizim tiyatromuzda özel bir yeri olan kavuğun devir-teslimi sadece erkekler arasındadır. Ayla Algan gibi iyi bir eğitimi ve yabancı dili olan, sadece tiyatroda değil birçok sinema filmlerinde başarıyla oynamış bir kadın oyuncunun bunu hak etmediğini söyleyebilir miyiz?

Ayla Algan sadece oyunculuğu değil çevirmenliği de olan biridir. Sözgelimi Yunus Emre’nin bazı şiirlerini Almanca, Fransızca ve İngilizce olarak sahnelemiştir. Böylelikle Yunus Emre’yi tüm dünyaya tanıtmıştır. Ayrıca dilimizde pelesenk olan “Koca Öküz” türküsü halen sevilerek söylenmektedir. Bir dönem William Shakespeare’in ünlü oyunu Hamlet’i başarıyla oynamıştır. Üstelik bu başarısı nedeniyle dünyada Hamlet’i oynayan ilk kadın oyuncu olmasıyla haklı bir şöhret yapmıştır.

Sayısız denilecek kadar ödül almıştır. Sahnedeki başarısı kadar tiyatro eğitmenliği de vardır. Halen genç oyuncular yetiştirmektedir.

Bir gelenek olarak kavuk, tiyatroda beğenilen ve sevilen, sahne hâkimiyeti olan, diksiyonu düzgün, beden dilini ustalıkla kullanabilen, izleyiciye karşı her zaman saygılı davranan bir sanatçıya verilir. İzleyenlere güzel vakit geçirten ve onları güldüren bir beceriye sahip olması yeterlidir. Günlük konuları çeşitli taklitlerle ve şivelerle konuşmaları onları aranan bir sanatçı konumuna getirmiştir. 1950 sonrasında tiyatro -televizyonun olmamasıyla- altın devrini yaşamıştır. Bugün hâlâ anımsanan çok sayıda oyun sahnelenmiştir. Söz konusu dönemlerde öne çıkan tiyatro yazarları arasında şu isimleri sayabiliriz. Turgut Özakman, Haldun Taner, Aziz Nesin, Çetin Altan, Orhan Asena, Necati Cumalı, Refik Erduran… Bu dönemde Türk tiyatrosu inanılmaz bir yükseliştedir. Salonlar tıklım tıklım dolmaktadır ve oyunlar ilgiyle izlenmektedir.

 

“1964’te Ankara ve İstanbul’da yaşayan milyon kişi başına düşen tiyatro topluluğu sayısını, yabancı kentlerden bazılarıyla kıyaslayarak göstermektedir.

 

Paris 7

Londra 5

New-York 5

İstanbul 9

Ankara 8

(1960-1970 Dönemi Tiyatro Hareketleri, Yrd. Doç. Dr. Gülayse Erkoç, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü)

 

1980 sonrasında belirgin bir düşüş yaşansa da tiyatro, halen önemini korumaktadır. Tiyatronun en önemli özelliği izleyenlerle oynanmasıdır. Arada bir ekran faktörü bulunmadan doğrudan seyirciye yönelik olması onu özel bir sanat yapmaktadır. Sinemada bir oyuncunun rolü montajlamala tekniğiyle düzeltilebilir ama oyuncunun bu şansı tiyatroda yoktur. Sahneye çıkan bir oyuncu elini kaldırdığında onu geri çekemez. Yanlış bir söz söylediğinde bunu örtemez. Attığı bir adımı, bir mimiği değiştiremez. Bu nedenle, tiyatro kadim dönemden günümüze kadar önemini korumuştur. Bu özel sanatın içinde kadın ve erkek oyuncular vardır. Onları gönendirmek ve genç oyunculara örnek olması bakımından bazı ödüller verilmesi olağandır. Tiyatro izlenmesi güzel ama oynanması kolay olmayan bir sanattır.     

Ayla Algan (1937, İstanbul)’ın hiç değilse bundan sonra kavuğu devralması kadın-erkek eşitliğini çağrıştıracaktır. Orta oyuncuları arasında gençlik yıllarında benzer rollere çıkmış, modern tiyatroda da rol almıştır.    

Ayla Algan, bir söyleşisinde şunları söyler:

“Sahneye adım attığı günü, bugün gibi hatırladığına işaret eden sanatçı, “Tiyatroda çok iyi oyuncularla çalıştım. 1961’de Dram Tiyatrosunda ben Jeanne D’arc’ı oynarken Ercüment Behzat Lav ise Empizitör’ü oynuyordu. Onlar bizi de oynatırdı. Behzat (Haki Butak) Baba, Zihni Rona, Mücap Ofluoğlu... Bu isimlerle çalıştım.” Onun bu mütevazı düşünceleri yaşamı boyunca devam etmiştir.

Ayla Algan kendisine verilen bir ödülü almamıştır. Onun açısından bir ödül verilecekse oyunda rol alan tüm oyunculara verilmelidir. Kendisi başarılı bir oyuncu performansı gösterse bile, sonuçta yanındaki diğer oyuncular da önemlidir. Bu konudaki düşünceleri son derece önemlidir.

“Tiyatroda layık görüldüğü ödülü neden almadığına da değinen sanatçı, şunları söyledi:

“O zaman Mücap Ofluoğlu, Zihni Rona, Necdet Mahfi Ayral, Sami Yetkin’le birlikte oynuyoruz. Şehir Tiyatrosunun en iyi oyuncuları bana kambur gibi bakmasa, ben kamburu oynayamazdım. Anlatamadım niye kabul etmediğimi. Muhsin Ertuğrul bile bana, ‘Ödülü verenleri mi beğenmedin?’,  demişti. O zaman, Milliyet gazetesinden spor yazarı genç bir oğlan röportaja geldi. Onu bulunca ‘Bak sen anlarsın. Futbolda ödül gol atana mı, takıma mı verilir?’ diye sordum. O usta oyuncular olmasa ben ödül alabilecek miydim?”

1966 yılında Sadri Alışık ile oynadıkları Ah Güzel İstanbul filmindeki performansı sorulduğunda benzer bir yanıt verir.

“Ben o filimde başarılı olmuşsam, Sadri Alışık’tan çok şey öğrendiğim içindir.”

Uzun yıllardır böyle güzel ve anlamlı sözlere özlem duyduğumuzu imleyelim…  

Bu güzel ve anlamlı sözlere itiraz edebilir miyiz? İşte bu nedenle bir Ayla Algan olmak kolay değildir. Kendisinin yeni bir ödüle gereksinimi yoktur kuşkusuz. Ancak yıllardır sergilediği başarılı oyunculuğu nedeniyle sadece manevi açıdan mutlu edecek olan kavuğun ona verilmesi uygundur… Böylelikle yüzyıldan fazla süren güzel bir gelenek bundan böyle başarılı ve deneyimli kadın oyuncuları da kapsayacaktır. Başka bir ad da olabilir tabi. Ancak bu kavuğu alacak olan kadın oyuncu sadece kendi adına değil tüm kadın oyuncular adına alacaktır. Bu da kadın-erkek eşitliğinin bir göstergesi olacaktır.

Ayla Algan, tiyatro ve sinemada birçok rolü başarıyla oynamıştır. Usta oyuncularla çalışmıştır. Bir oyuncunun çıkabileceği en üst düzeye kadar gelmiştir. Yaşamı boyunca başarılı olan tiyatro kökenli oyuncularımıza kadın-erkek ayırımı yapmadan kavuğun verilmesini öneriyoruz. Bu gelenek başlarken kadınların oyuncu olarak sahnede yer almadığını bir kez daha anımsayalım. Hatta bir kadın rolü için erkek oyuncuların peruk ve kadın giysisiyle sahneye çıktıkları da bir gerçektir. Bu denli yasakların olduğu bir dönemde kavuk geleneği başlamıştır… O halde bunu değiştirmek (Belki de yenilemek diyebiliriz) için zamanın geldiğini düşünüyoruz…

  
Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×

banner163